** Çeşitli Hikayeler **
Hikaye No..:25 |
Hikaye Adı..:Sadece |
|
Sadece bu sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim. Sadece bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım ve gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim. Sadece bu sabah, çamaşırları yıkamaktan vazgeçip seninle parkta oynamaya gideceğim. Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana öğretmeni izleyeceğim. Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım. Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım. Yada seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üretmeyeceğim. Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve tepende dikilip düzeltmeye çalışmayacağım. Bu öğleden sonra Mc Donald's a gideceğiz ve iki tane çocuk menusu isteyeceğiz ki, iki oyuncak alabilesin. Bu gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl doğduğunu seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım. Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım. Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkonda oturup yıldızları saymana izin vereceğim. Bu gece yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım. Bu gece sen dua ederken parmaklarımı saclarında dolaştırıp bana en büyük armağanı verdiği için Tanrıya şükredeceğim. Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim Yatak odaları yerine çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve hastane odalarında donuk bakışlarla, daha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne babaları düşüneceğim. Ve bu gece yanağına iyi geceler öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve biraz daha uzun tutacağım kollarımda Tanrıya senin için teşekkür edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yakaracağım.....
|
|
Hikaye No..:26 |
Hikaye Adı..:Genç Bir Sanatçı |
|
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen'in portresini yapmak için görevlendirilmişti.Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece uç kısa poz vermeye razı olmuştu.Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen'e yeterince benzediği görüsündeydi.Ancak, Kelen ayni fikirde değildi.Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu," Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?" Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu.Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı.Kelen'in telefonu çalmaya başladı.Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy'nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi " etiketiyle teshir edildiğini gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi.Mudur reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti.Bunun üzerine mudur Kelen'in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı. Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı.Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dondurmuştu.çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatın eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü. Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti.Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol duşundu.Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti
|
|
Hikaye No..:27 |
Hikaye Adı..:Kurabiye Hırsızı |
|
Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde aralarında duran paketten birer birer kurabiye aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken, gözü saatteydi, " kurabiye hırsızı "yavaş yavaş tüketirken kurabiyelerini. Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini. Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini!" Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca "Bakalım simdi ne yapacak?" dedi kendi kendine. Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına. Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve "Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam, üstelik bir teşekkür bile etmiyor!" Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında, Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla. Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına, dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na. Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye! Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer; ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!" Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle, Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı" kendisiydi işte.
|
|
Hikaye No..:28 |
Hikaye Adı..:Düş Değil Amaç |
|
Büyüdüğüm zaman kocaman bir at çiftliğim olacak"
Okulda öğretmen, lise birinci sınıf öğrencilerine bir kompozisyon
ödevi vermişti. Konu şu idi: "Büyüdüğünüz zaman ne olmak istiyorsunuz?"
Onbeş yaşındaki Monty, büyüdüğünde bir at çiftliği sahibi olmayı
düşlüyordu. Ödevine bu düşünü sadece yazmakla yetinmedi, çiftlikte
yapılması gereken binaların çizimlerini de ekledi. At çiftliği kesinlikle 300
dönüm olacaktı. Monty, ahırların yanısıra bir de, çiftliğinin orta yerinde
yapmayı düşlediği bin metrekarelik kocaman bir evin plânını da çizdi.
Öğretmen, kompozisyon ödevlerini bir hafta sonra dağıtınca
Monty'nin yüzü asıldı. Çünkü kâğıdın tepesinde kocaman bir sıfır vardı.
Bu yetmiyormuş gibi, öğretmen, sıfırın yanına bir de şu notu eklemişti:
" Dersten sonra öğretmenler odasına gel. Seninle görüşmek istiyorum."
Monty, öğretmenin söyleyeceklerini beklemeden, kendi merakını
gidermek istedi. Ve öğretmenine, niçin sıfır verdiğini sordu. Öğretmen de
onunla bu konuda görüşmek istiyordu:
" Çünkü sen, büyüdüğün zaman ne olmak istediğini yazmak yerine,
saçma sapan düşler yazmışsın" dedi. " Çocuksu düşlerini nasıl
gerçekleştirebileceğini hiç düşünmedin mi? Bir at çiftliği kurmanın kaça mal
olacağını hiç aklına getirmedin mi? Çok fakir bir ailenin çocuğu olduğunu
bilmiyor musun?" Öğretmen bunları söyledikten sonra Monty'ye bir hak
daha tanıdı:
" Haydi şimdi eve git ve ayni konuda yeni bir kompozisyon yaz."
dedi. " Yine öyle saçma sapan düşlere dalma da sana sıfır yerine doğru
dürüst bir not vereyim."
Monty evde, babasından yardım istedi.
" Kusura bakma, sana yardım edemem, yavrum." dedi babası. " Bu öyle
bir konu ki, tümüyle seni ve senin geleceğini ilgilendiriyor. Kararını sen
kendin vermelisin..."
Monty kararını o gece verdi. Yeni bir ödev yazmadı, ertesi gün
öğretmene ayni ödev kâğıdını getirdi. " Bana verdiğiniz sıfırı not
defterinize rahatlıkla geçirebilirsiniz, öğretmenim" dedi. " Ben notumun
değişmesi uğruna düşümü, idealimi değiştirmeyeceğim..."
Monty, karşısındaki topluluğa yaptığı konuşmasını şöyle sürdürdü:
" Size bu anımı neden anlattığımı da söyleyeyim" dedi. " Çünkü şu
anda tümünüz, benim 300 dönümlük at çiftliğimin orta yerindeki bin
metrekarelik evimde bulunuyorsunuz. Şimdi başınızı lütfen şöminenin
üstünde duran şu çerçeveye çevirin ve çerçevenin içine bakın. Sıfır not
aldığım kompozisyon ödevimi göreceksiniz orada."
Monty bunları söyledikten sonra, o akşamki konuklarına bir de öğüt
verdi:
" Hiç kimseye, düşlerinizi küçümseme fırsatı tanımayın" dedi. " Kim
ne derse desin, siz sadece
|
|
Hikaye No..:29 |
Hikaye Adı..:Koruyucu Melek |
|
Dünyaya gelme hazırlıklarının tamamlandığını öğrenen bir bebek,
Tanrı'ya sormuş: "Tanrım beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben
o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?"
Tanrı, doğmak üzere olan bebeğe gülümsemiş. "Tüm meleklerin arasından
bir melek de senin için seçtim" demiş. "O seni dünyada bekliyor olacak ve seni
koruyacak. Meleğin sana her gün şarkı söyleyecek, gülümseyecek, acıktığında
karnını doyuracak, uykun geldiğinde uyutacak. Sen her anında onun sevgisini
duyumsayarak büyüyecek ve mutlu olacaksın."
Bebek yine sormuş: " Peki insanlar bana birşey söylediklerinde, ben
onları nasıl anlayabileceğim" demiş. "Dillerini bilmiyorum ki... Söylediklerini
anlayamam ki..."
Tanrı, çaresiz bebeği yine cesaretlendirmiş: " Tüm varlığınla
güvenebilirsin meleğine," demiş. "Anlamadığın herşeyi o sana anlatacaktır. O seni,
yaşamı pahasına bile hep koruyacaktır."
O sırada bir sessizlik olmuş... Dışardan "Dünyanın sesleri" gelmeye
başlamış. Çocuk, dünyaya ayak basmak üzere olduğunu anlamış ve çabucacık bir
soru daha sormuş Tanrı'ya: "Tanrım galiba dünyaya ayak basmak üzereyim"
demiş. " Sormayı unuttum, meleğimin adını... Lütfen hemen söyler misin adını?"
Bebek "yola" çıkmadan Tanrı onu son kez cesaretlendirmiş: "Meleğinin
adının önemi yok yavrum" demiş. "Sen ona nasıl olsa " anne " diyeceksin."
|
|
Hikaye No..:30 |
Hikaye Adı..:Gerçek Sevgi |
|
John Blanchard oturduğu banktan kalktı, üzerindeki
denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki
insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok
iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı.
Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir
kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan
çok etkilenmişti... Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında
kurşun kalemle yazılmış minik notlardan... Yumuşak el yazısı
düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu.
Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü:
Bayan Hollis Maynell.
Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan
Maynell New York'ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan
ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün
de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı.
Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar.
Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir
romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama
kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün
ne önemi vardı.
Sonunda Blanchard'ın Avrupa'dan dönüş günü geldi
çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar... New York Tren İstasyonu'nda
akşam saat tam 7'de. " Beni tanıman için" diye yazmıştı kız
mektubunda, " ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak."
İşte saat tam 7'ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği,
ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu.
Hikâyenin gerisini Bay Blanchard'dan dinleyelim:
" Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim.
İnce ve uzun boylu, dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden
omuzlarına düşmüş... Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve
çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki
baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye
başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına
bakmak aklıma bile gelmedi. Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve
tahrik edici bir gülümsemeyle bana ' Benimle ayni yöne mi gidiyorsun,
denizci?' diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir
adım daha attım ve o anda Hollis Maynell'i gördüm.
Kızın tam arkasında duruyordu. 40'ını çoktan geçmiş,
grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış... Şişmana
yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara
gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu.
Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi,
ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla
kalmamı söylüyordu.
İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar
ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını
sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı,
ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar
olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi.
Kadını selâmladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da
pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle ' Ben Teğmen
John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle
buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?'
diye sordum.
Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı:
'Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı' dedi, ' ama şu
az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu gülü yakama takmamı rica
etti benden ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin
sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi
istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış."
|
|
Toplam Hikaye Sayısı:
92
Sayfa: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16
FIKRA.NET Mail Grubuna üye olmak ve her gün birçok mizah
içerikli yayın okumak ve paylaşmak isterseniz lütfen aşağıdaki formu kullanarak kayıt olunuz.
Unutmayın FIKRA_NET Mail Grubuna Üye Olmak Bir Ayrıcalıktır!!!
FIKRA.NET bir Fıkra,
Karikatür,
Hikaye,
Video,
Oyun sayfasıdır. Fıkralar içinde
Temel fıkraları,
Sarışın fıkraları,
Nasrettin Hoca fıkraları ve
Çeşitli fıkralar mevcuttur.
Bunların yanında sayfamızda Fıkra gibi olaylar,
Kısa hikayeler,
Karikatürler,
Komik Videolar,
Oyunlar,
Yurdum insanı bölümlerini bulabilirsiniz.
FIKRA.NET ©
2001 Bütün hakları HALİT KINCAL Tarafından Saklıdır.
|
|
|
SAYFA İÇERİĞİ
853-Fıkra,
85-Günün Sözü,
216-Karikatür,
48-Fıkra Gibi,
92-Hikaye,
47-Duvar Yazısı
|
|
ARKADAŞIMA ÖNER
Sizde sevdiklerinizi güldürmek istiyorsanız.
|
Sahibinden
|
|
|