** Çeşitli Hikayeler **


Hikaye No..:13 Hikaye Adı..:Aşk Ve Çılgınlık


Uzun zaman önce,dünya yaratılmadan ve insanlar dünyaya ayak basmadan önce,iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış.Bir gün toplanmışlar ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken Saflık ortaya bir fikir atmış: "Neden saklambaç oynamıyoruz?" Ve hepsi bu fikri beğenmiş,ve hemen Çılgınlık bağırmış:"Ben ebe olmak istiyorum!!!"ve başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için,Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış...1,2,3... Ve Çılgınlık saydıkça,iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar.Şevkat Ay'ın boynuzuna asılmış,İhanet çöp yığınının içine girmiş,Sevgi bulutların arasına kıvrılmış,Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gölün dibine saklanmış.Tutku dünyanın merkezine gitmiş,Para Hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış... Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş,79,80,81,82,83...Aşkın dışında,bütün iyi ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış.Aşk kararsız olduğu gibi,nereye saklanacağını da bilmiyormuş.Bu bizi şaşırtmamalı çünkü hepimiz Aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz.Ve Çılgınlık 95,96,97.. ye gelmiş ve 100 e vardığı an Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış.Ve Çılgınlık bağırmış"Sağım solum sobedir,geliyorum!" ve arkasına döndüğünde ilk önce Tembelliği görmüş,o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş.Sonra Şevkat'i ayın boynuzunda görmüş ve İhaneti çöplerin arasında,Sevgiyi bulutların arasında,Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın merkezinde,hepsini birer birer bulmuş sadece biri hariç.Ve Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış,en son saklı kişiyi bulamamış.Derken Haset,Aşkın bulunamamasından haset duyarak,Çılgınlığın kulağına fısıldamış:"Aşkı bulamıyorsun,o güllerin arasında.."Ve Çılgınlık çatal seklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış,ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar.Ve haykırıştan sonra Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış,ve parmaklarının arasından iki sicim kan akıyormuş,gözlerinden.Çılgınlık Aşkı bulmak için heyecandan Aşkın gözlerini kör etmiş."Ne yaptım ben?Ne yaptım ben?"diye bağırmış."Seni kör ettim.Nasıl onarabilirim?"Ve Aşk cevap vermiş"Gözlerimi geri veremezsin ama benim kılavuzum olabilirsin" VE O GÜNDEN BERİ, ASKIN GÖZÜ KÖRDÜR VE ÇILGINLIK HER ZAMAN YANINDADIR!!!!



Hikaye No..:14 Hikaye Adı..:Havuç Yumurta Ve Kahve


Siz hangisisiniz? Bir baba ile kızı dertleşiyorlarmış. Kızı hayatında çok sıkıntı yaşadığından ve bunlarla nasıl baş edeceğini bilemediğini söylemiş babasına.Hatta sorunlar ardı arkasına devam ediyormuş hayatında. Babası kızını dinlemiş, dinlemiş ve "gel,sana bir şey göstereceğim!" diye kızını mutfağa götürmüş. Baba ünlü bir aşçı imiş. Ocağa 3 tane eşit büyüklükte kap koymuş, 3'ünede eşit su koymuş ve 3'ununde altını ayni miktarda yakmış. Ve 1. kaba bir havuç, diğerine bir adet yumurta, diğerine ise de bir avuç çekilmemiş kahve çekirdeği koymuş. Ve her üçünü de tam 20 dakika pişirmiş. Daha sonra ateşi kesmiş. Masaya 2 tane tabak ve bir tane bos bardak koymuş ve, ilk önce haşlanmış havucu alıp bir tabağa koymuş. Daha sonra artık epey pişmiş olan yumurtayı alıp bir tabağa koymuş. En sonunda da artık suya iyice ısınmış ve tam kıvamında kahve görüntüsü olan kahveyi de alıp bir bardağa boşaltmış. Kızına su soruyu sormuş: "Kızım ne görüyorsun? " Kızı demiş ki: "havuç, yumurta ve kahve." Kızını elinden tutup masaya yaklaştırıp daha yakından bakmasını ve hissetmesini istemiş. Kızı demiş ki: "Ne görüyorum.. haşlanmış yumuşak bir havuç (Bunu yaparken çatalı havuca batırmış ve yumuşaklığını hissetmiş), artık pişmekten içi katılaşmış bir yumurta( yumurtayı eline almış, hatta bir tarafından masaya vurup, çatlatmış ve içini görmüş) ve bir bardak kahve. (Biraz içmiş) "Hatta tadı oldukça iyi"" "Baba, bunu niçin bana gösteriyorsun?" diye sormuş. "Bak demiş, hepsi ayni sekil kapta , ayni sıcaklıkta , ayni dakika pisti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepki verdiler. havuç ilk basta sertti, güçlü idi. Ama kaynatılınca yumuşadı hatta güçsüzleşti. Yumurta çok kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi, ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahve ise yine sertti, hepsi birbirine benziyordu, ama ısıtılınca ne oldu, bu kahve çekirdekleri, ısındılar,gevşediler, ve içinde oldukları suya yayıldılar. Koku yaydılar, tad yaydılar ve suyu essiz tad'da bir kahveye cevirdiler." "Kızım sen hangisisin? diye sormuş adam. Zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun? Sen havuç musun, yumurta misin, yoksa kahve misin? Siz hangisisiniz arkadaşlar? havuç gibi sert bir kişi misiniz, ama sorunlar yaşayınca , yumuşuyor ve güçsüzleşiyor musunuz? Yumurta gibi, içi yumuşak, her an kırılabilir bir kişi misiniz? Sorunlar karşısında (olum, ayrılık, krizler,vs. vs, ) , güçleniyor VE sertleşiyor musunuz? Yoksa bir kahve .çekirdeği gibisisiniz? Kahve sıcak suyu değiştirir, hatta suyun sıcaklığı en üst dereceye çıktığında,en lezzetli kahve ortamı hazır olur. Lezzet maksimuma ulaşır. Eğer sen bu kahve çekirdeği gibi isen, çevrende ne kadar sorun olursa olsun, bunları olumluya çevirebilirsin. Çevrene güzel tadlar, duygular katarsın. Kendini ve çevreni daha iyi yapmak için çalışırsın. Siz hangisisiniz?



Hikaye No..:15 Hikaye Adı..:Bir Tuğla


Genç ve basarili bir yönetici, yeni Jaguar'iyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmis arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını far ketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri dondu. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu Parketmis bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı. '' Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında misin?''. iyice sinirlenerek devam etti: '' Bu yeni bir araba ve atmış oldu¿un bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?' çocuk yalvararak cevap verdi: '' Lütfen efendim. çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı'' Parketmis bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu. ''Ağabeyim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardim eder misiniz? Benim için çok ağır.'' Bu durumdan son derece duygulanan Genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki Genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve Genç adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. küçük çocuk Genç yöneticiye dönerek '' teşekkür ederim efendim, Tanrı sizden razı olsun'' dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü. Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküntüyü hayatini birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı. . . . Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazen, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Bu sizin tercihiniz. !



Hikaye No..:16 Hikaye Adı..:Gül Bahçesi


Zamanın birinde bir kasabada yasayan dünyalar güzeli bir kız varmış.. Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş.. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice şövalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş.. Bu arada ayni kasabada yasayan ve bu kıza aşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş.. Ama kız onu da reddetmiş.. Aradan uzun yıllar geçmiş.. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış ..Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.. Bir gün yolu bir zamanlar yaşadığı güzel, küçük kasabaya düşmüş.. Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yasayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş.. Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş.. Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merak etmiş.. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş.. kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış.. Üstelik zengin bile değilmiş.. Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış.. kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş.. kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü koparıp getirirse cevabi vereceğini bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.. Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış.. Birden çok güzel sari bir gül görmüş.. Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde kocaman pembe bir gül gözüne çarpmış.. Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş.. Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gülü koparıp kıza götürmüs.. Bahçenin en güzel gülünü getirmesini beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül.. Bunun üzerine adama dönen kız söyle demiş: "Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın.. Bu yüzden gençlik elden gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.."



Hikaye No..:17 Hikaye Adı..:Kimsesiz


Her şeyin var olduğu dünyamızda kocaman bir boşluğun içinde olan çocukların neler yaşadığını hiç düşündünüz mü? Daha bir aylık, iki, üç, beş aylık bebekler... Her şeyden habersiz... Sosyal-kültürel veya ekonomik... Nedeni ne olursa olsun, etrafımızdaki tiner çeken, dilendirilen, kapkaççılık, hırsızlık yapan çocuk veya gençlerin artması karşısındaki tedirginliğimiz yadsınmıyor. Bu rahatsızlığın azaltılması yönünde yapılacak çok şeyimiz olsa gerek... Devletin bu konudaki hassasiyeti kadar, toplumsal duyarlılığın olması da çok önemli. Çünkü bu sorun sadece bir kesimi ilgilendirmiyor. İç içe hepimizi doğrudan ta başından ilgilendiren bir konu. "Sokak çocuklarına" bir "sokak kedisi" gibi bakmadan algılamayı öğrenmek, ileride yeni sorunlar doğurmayacak, sokaklarımız ve bu çocuklar daha güvenilir olacaktır. Sokaklardaki bu kendi hallerinde yaşayan tiner çekerek kimini öldüren, kiminin parasını çalan bu çocukların, gençlerin düzenli bir aile ortamı hatta ailesi olduğunu söylemek mümkün değil. Durumun önemini kavramakta ne kadar gecikirsek, hem bu kesimin çoğalmasını sağlarız, hem de istenmedik olaylarla daha çok karşı karşıya kalırız. Geçenlerde; kimi zaman bir cami avlusuna, kimi zaman bir bank üzerine terkedilmiş bebeklerin veya daha büyük yaşlarda getirilip bırakılan çocukların yaşadıkları yurtlardan sadece biri olan Ankara'daki Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Atatürk Çocuk Yuvası'nı ziyaret ettik. Türk Telekom personelinden bazıları burada yaşayan kimsesiz çocukları bir nebze olsun sevindirmek için giyecek ve oyuncaklardan oluşan hediyeler alarak yurda gittiler. Yurda gidene kadar her şey normaldi. Kimsesiz çocuklara gidiyorduk sadece. Gidiyor olmak normaldi de kapıdan içeri girince her şey birden değişiverdi. Daha bir aylık iki, üç, dört, beş aylık bebekleri gösterdiler: İnsan yüreğinin dayanamadığı görüntülerdi. Dünyadan, olup bitenlerden haberleri yoktu. Kimi uyuyor kimi de boş boş bakıyordu. Ne kadar güzeldiler. Bu bebeklerin geleceğine ilişkin kaygıları bir film şeridi gibi kafamdan geçirdiğimde donup kalmıştım odada tek başıma... Daha sonra başka gruplardan oluşan bölüme götürdüler bizleri. Yaşları 4,7 arasında bulunan çocukların odasına girince olan oldu. Bütün çocuklar kimi görse "annem gelmiş" diye boynuna sarılıyor ve hiç bırakmak istemiyordu. Ardından daha kötüsü oldu... "Annelerini" sevdikten sonra belki de baba kokusu alacakları kişiye, bana gelmişti sıra. Saldırıya uğramıştım. "Baba, baba" sesleriyle inliyordu her yer. Ne yapacağımı şaşırmış bir durumda bir onu kucaklıyor bir ötekini kucaklıyordum. Her anlamda yorulmuştum. Ama onlar hala bırakmak istemiyorlardı. Öpüyor, öpüyor öpüyorlardı... Sarılıyorlardı. Daha fazla duramadım ve kendimi dışarı zor attım. Sigara içmeye başladım. 7 veya 8 yaşlarında bir erkek çocuk geldi içeriden yanıma. Onu sanki içeride görmemiştim. "Buraya ilk gelişiniz mi" dedi. "Evet" dedim. Adını sordum, tanıştık. Anlatmaya başladı: " Bizleri zaman zaman koruyucu aileler alır götürürler bir-iki günlüğüne. Sonra dönmek istemezsiniz." "Neden, burada iyi bakmıyorlar mı size?" "O aileler daha iyi bakıyorlar. Güzel, değişik yerlerde dolaştırıp çeşitli yiyecekler alırlar bize. Ben çocukların içinde en büyüğüyüm. Siz de mi bizi alıp gezdireceksiniz." Ne evet diyebildim ne de hayır. Bir kelime dökülmedi dilimden. Adı Fatih' ti... Bu ismi de büyük bir olasılıkla yurt vermişti. Hiç değilse bir adı vardı. O benim göz bebeklerimin içine bakarken, ben gözlerimi kaçırdım. İlk kez yaşadığım böyle bir durumda kendimi suçlu hissettim. O anda ona "evet" mi demeliydim? Çünkü Fatih'in beklediği cevap oydu. Ezildim, yüreğim burkuldu , o kadar farklı bir durumdu ki... Yukarıda daha kaç tane Fatih gibi duygularda olan çocuk vardı... Fatih hepsinin adına konuşuyordu sanki benimle.. Fatih'e ikinci kaçamağımı "ben yukarı çıkıyorum" demekle yaptım. Aslında ne yapacağımı da bilmiyordum. Arkadaşlar getirdikleri giysileri tek tek kendi elleriyle giydiriyorlardı çocuklara. Burada tam bir bayram günü yaşanıyordu. Çocukların sevinçleri koridorları inletiyordu. Fotoğraflarını çekerken, kapının önünde Fatih'in konuşmaları aklıma geliyor. Derken anne gibi sarılıp kokladıkları arkadaşlardan sonra yeniden bana yöneliyor çocuklar. İşte o zaman benim şaşkınlığım iki katına çıkıyor, adeta depremde enkazın altında kalıyorum, duygularım beni fazla ele vermeden arkadaşlara "dönüyor muyuz" dediğimi hatırlıyorum. Buraya gelmeden önce ne yaşayacağını bilmeyen bizleri şimdi daha zor bir durum bekliyordu: Gerçek ana babalarını belki de hiç tanımayan bu çocukların o kısacık sürede bize üstlendirdiği sorumluluğun yükü ağır basıyor... Ben, "Fatih başka neler söylemek istemişti acaba" diyerek düşüne duracağım. Belki Onu büyümüş bir meslek sahibi olmuş olarak göreceğim. Ama bir yandan da kendi çocuğumun ne kadar şanslı doğduğunu düşündürüyor Fatih bana... İyi de bu çocukların günahı neydi?! Neden onlar da şanslı değildiler?! Hele o minicik pamuk elli bebekler... Neden onlar ana sütünü, sıcaklığını ve baba şefkatini görmesinler?! Onları o kadere terk eden anne-babası ne kadar suçlu, biz ne kadar suçluyuz? O çocuklara oyuncak, giysiler alıp ve lunaparklara götürerek kısa süreli sevinçler yaşatabiliriz. Ama gerçek ana babasının yerini doldurabilir mi bu yapılanlar? O yurdun kapısı belli ki herkese açık. Ve bizden sonra da oraya gidenlere de sarılacak bu yavrular. Anne ve baba sesleri yine çınlayacak. Ve sorular sorulacak. Kaçamaklar yaşanacak. Asıl önemlisi ne zaman gerçek anababaları onları koklamaya, sevmeye ve oradan alıp götürmeye gelecek... Gelecekler mi?



Hikaye No..:18 Hikaye Adı..:Herşey Göründüğü Gibimidir?


Sultan Murat Han o gün bir hoştur.Telaşeli görünür.Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.Veziriazam Siyavuş pasa sorar: -Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var? -Akşam garip bir rüya gördüm. -Hayırdır inşallah. -Hayır mı şer mi öğreneceğiz. -Nasıl yani? -Hazırlan dışarı çıkıyoruz. Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir.Seri ve kararlı adımlarla Beyazıt a çıkar,döner Vefa ya,Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır.Etrafına daha bir dikkatle bakınır.iste tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar.Sorarlar " kimdir bu ? ".Ahali "Aman hocam hiç bulaşma" derler."Ayyaşın menhusun biri işte! " -Nerden biliyorsunuz? -Müsaade et de bilelim yani.Kırk yıllık komşumuz. Bir başkası tafsilata girer.Biliyor musunuz? Der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalın haşini yapar. Ancak kazandıklarını içkiye,fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. İsterseniz komşulara sorun der.Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu? Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser: - Nereye? - Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım. - Millet bu çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek. - iyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden. - Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha. - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz? - Mollalığa devam. Naaşçı kaldırmalıyız en azından. - Aman efendim ,Nasıl kaldırırız? - Basbayağı kaldırırız iste. - Yapmayın etmeyin sultanım,bunun yıkanması paklanması var.Tekfini,telkini... - Merak etme ben beceririm. Ama bence bir gasil hane bulmalıyız. - şurada bir mahalle mescidi var ama... - Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin? - Ne bilim Ayasofya dan Süleymaniye den, en azından Fatih camiinden. - Ayasofya ile Süleymaniye de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim. Ve gelirler camiye.Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur.padişah bakır kazanları vurur ocağa usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki.bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü sakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza. Meçhul nalıncıyı kefenler,tabutlar musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha,. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır. Sultanım der. Yanlış yapıyoruz galiba -Nasıl yani? -Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır belki yetimleri? -Doğru öyle ya,neyse, sen başını bekle ,ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir cüzüne,tespihine döner,padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın arar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Hakkını helal et evladım der.Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar. şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır ,hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. Biliyormuşsun oğlum? diye dertli dertli söylenir. !Bizim efendi bir alemdi vesselam. Akşamlara kadar Nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin., elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya. -Niye? -ümmeti Muhammedi içmesin diye. -Hayret -Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. ben sizin zamanınızı satın aldım mi ,aldım derdi.öyleyse simdi dinleseniz gerek o çeker gider,ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal. Hücceti İslam okurdum .. -Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki. - milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş ,o hep uzak mescitlere giderdi. öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi.tekbir alırken Kabe yi görmeli . - öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - İşte bu yüzden nisancı ya , sofular a uzanırdı ya. Hatta bir gün,, Bakasın efendi dedim! , sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada. -Doğru öyle ya? -kimseye zahmetim olmasın deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben istemedim. İs mezarla bitiyor mu? dedim.seni kim yıkasın ,kim kaldırsın? -Peki o ne dedi? -önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem Padişahın isi ne? Allah tealinin öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammedi e , halifeyi müslmine dua ederler.samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar,kaleleri paralar. İşte nalıncı baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammedi Mimi Efendi dir. Bergama lıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adini. Türbesi Unkapanı'nda, cibali tutun fabrikasının arkasında, Haramzade camii karşısındadır.



Toplam Hikaye Sayısı: 92     Sayfa: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

FIKRA.NET Mail Grubuna üye olmak ve her gün birçok mizah içerikli yayın okumak ve paylaşmak isterseniz lütfen aşağıdaki formu kullanarak kayıt olunuz.
Unutmayın FIKRA_NET Mail Grubuna Üye Olmak Bir Ayrıcalıktır!!!

Fikra_Net Grubuna Üye Ol
Powered by groups.yahoo.com

FIKRA.NET bir Fıkra, Karikatür, Hikaye, Video, Oyun sayfasıdır. Fıkralar içinde Temel fıkraları, Sarışın fıkraları, Nasrettin Hoca fıkraları ve Çeşitli fıkralar mevcuttur. Bunların yanında sayfamızda Fıkra gibi olaylar, Kısa hikayeler, Karikatürler, Komik Videolar, Oyunlar, Yurdum insanı bölümlerini bulabilirsiniz.

FIKRA.NET © 2001 Bütün hakları HALİT KINCAL Tarafından Saklıdır.


SAYFA İÇERİĞİ

853-Fıkra,
85-Günün Sözü,
216-Karikatür,
48-Fıkra Gibi,
92-Hikaye,
47-Duvar Yazısı


İÇERİK ARAMA

ARKADAŞIMA
ÖNER

Sizde sevdiklerinizi güldürmek istiyorsanız.

Adınız

Email'iniz

Arkadaşınızın Adı

Arkadaşınızın Email'i


Sahibinden
 Sahibinden